Güncel
AHMED EL-KÂTİB’in sesine kulak vermek
'Müslüman toplumlarda vahdet olmadan kuvvet, adalet olmadan vahdet, demokrasi/şûrâ olmadan da vahdet sağlanamaz.'
Doç.Dr. Fethi GÜNGÖR
Malatya’da 10-15 Mayıs 2016 tarihlerinde gerçekleÅŸtirilen 5. Anadolu Kitap Fuarı’nın, 375 yayınevinin katılımını saÄŸlaması, Arap dünyasından bazı yayınevlerinin de iÅŸtirak etmesi, bu sene bilge lider Aliya Ä°zzetbegoviç’i ana tema olarak benimsemesi gibi güzellikler yanında, henüz beÅŸ yaşında olmasına raÄŸmen üçyüz kadar seminer, söyleÅŸi, okur yazar buluÅŸması gibi etkinliÄŸi de fuarla eÅŸ zamanlı olarak organize edebilmiÅŸ olması açısından takdire ÅŸayan bir performans ortaya koyduÄŸunu düşünüyorum. Bu vesileyle, Anadolu insanını kitap, kültür, yazar ve düşünür ile buluÅŸturan bu organizasyonda emeÄŸi geçenleri, katılanları, katkıda bulunanları tebrik ve takdir ediyorum.
Müslüman toplumlarda vahdet olmadan kuvvet, adalet olmadan vahdet, demokrasi/şûrâ olmadan da vahdet sağlanamaz.
Fuarın davetli konuÅŸmacılardan biri de, tarihî temel problemlerimize iliÅŸkin düşünceleri ve eserleri Türkiye’de de dikkat çekmeye baÅŸlayan ve üç yılda dört eseri çevrilip yayınlanan Ahmed el-Kâtib idi. 12 Mayıs PerÅŸembe sabahı kentin sivil toplum önderlerine hitap eden düşünür, Arap yayınevlerince basılan beÅŸ eseri ile yeni tamamladığı ancak henüz yayınlanmamış bir eserinin toplu bir detaylı fihristi niteliÄŸinde özlü bir konuÅŸma gerçekleÅŸtirdi. EÅŸzamanlı çevirisi ÅŸahsıma tevdi edilen bu önemli konuÅŸmayı siz muhterem okurlarımla da paylaÅŸmakta yarar görüyorum.
Ahmed el-Kâtib: Mezhebin Katı Çemberini Kırabilmek
kayıp imam hiç doÄŸmamıştır, hayali bir figür olarak Åžia tarafından ‘oluÅŸturulmuÅŸ’tur.
1953 yılında Irak’ın Kerbela bölgesinde doÄŸan ve Åžii medreselerinde eÄŸitim görmüş olan el-Kâtib, imamet ve Ä°mam Hüseyin konulu ilk kitaplarını gençlik döneminde kaleme aldı. Daha sonra düşüncelerinden dolayı idama mahkum edilince ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Lübnan’da ve Kuveyt’te bir süre yaÅŸadı, ilmî faaliyetlerini oralarda sürdürdü. Ä°slam inkılabından sonra Tahran’a inen ilk uçakla geldiÄŸi Ä°ran’da 10 yıl kalabildi. Bir yıl boyunca radyo yayıncılığı yaparak, Ä°ran devrimini Irak’a ihraç etmek isteyen el-Kâtib’in yayınları iki ülke arasında gerginliÄŸe yol açmıştı. Sürekli sorgulayan ve üreten bir insan olarak bu düşünsel faaliyetini Ä°ran’da da sürdürdü.
Ä°ran Meclisi’nde yaÅŸanan bir olay, el-Kâtib’in sistemi sorgulamasına yol açtı. İşçilerin hukukuna iliÅŸkin bir yasal düzenleme yedi kez Nigehbân Meclisi tarafından Ä°slam’a aykırı bulunarak geri çevrildikten sonra Ä°mam Humeyni’nin Veliyy-i Fakih olarak duruma el koymasından sonra yürürlüğe girebildi. Bu süreç el-Kâtib’in velâyet-i fakih sistemini sorgulamasına yol açtı.
- kayıp imamın hiç doÄŸmadığını, hayali bir imam olarak Åžia tarafından ‘oluÅŸturulduÄŸu’nu savunan el-Kâtib, kendi coÄŸrafyasında yaÅŸama imkânı bulamayınca Ä°ngiltere’ye hicret etti. 25 yıldır orada yaşıyor. Kitap, makale ve konferanslarını ÅŸahsi internet sitesinden de paylaşıyor (https://www.facebook.com/ahmad.alkatib1/books).
Sünni-Şii ayrımını tarihte kalmış bir ayrılık sebebi olarak gören el-Kâtib, eserlerinde bu ayrılığa yol açan fırkaların nasıl ortaya çıktığını, esasında siyasi olan ihtilaflara nasıl din kisvesi giydirildiğini, siyasal düşüncenin Ehl-i Sünnette ve Şiada nasıl geliştiğini, İslam toplumunun insanlığın temel sorunlarına ilişkin kuşatıcı söylemler geliştirebilmesinin önündeki engellerin başında mezhepçiliğin geldiğini anlatıyor.
Kuvvet için vahdet, vahdet için adalet, adalet için şûrâ esasını benimsemek
Yıkılışın temel sebebi adaletin sağlanamaması ve sultanların insanların hakları üzerinde çok büyük yetkiler kullanmasıdır.
“Müslüman toplumlarda vahdet olmadan kuvvet, adalet olmadan vahdet, demokrasi/şûrâ olmadan da adalet saÄŸlanamaz. Yönetimin barışçıl ÅŸekilde el deÄŸiÅŸtirmesi ve adaletin tüm topluma teÅŸmili saÄŸlanmadan da demokrasi/şûrâ modeli tesis edilmiÅŸ olmaz.
Müslümanlar uzun asırlar boyunca, meşruiyet kaynağını şeriatin oluşturduğu İslami bir ortamda yaşadı. Ancak, buna rağmen ihtilafa düştüler, çeşitli sorunlar yaşadılar, birbirlerini öldürdüler. Bu durum sahabe-i kiram dönemine kadar uzanmaktadır. Halife Osman bin Affân öldürüldü, peşinden Halife Ali bin Ebî Tâlib öldürüldü. O arada Cemel, Sıffin, Nehrevan savaşları yaşandı. Ardından Hz. Hüseyin öldürüldü.
Muaviye güç kullanarak iktidara el koydu. Şûrâ sistemini laÄŸvedip Kisra ve Kayser’in baskıcı sistemini benimsedi. Böylece iktidar babadan oÄŸula geçmeye baÅŸladı. Emevilerle baÅŸlayan bu düzen Abbasiler ve Osmanlılar döneminde de aynı ÅŸekilde devam etti.
Tarih boyunca yaşanan bu siyasi kargaşa ve katillerin sebebi, yönetimin barışçıl şekilde el değiştirmesi ve şûrâ prensiplerinin terk edilmesidir. Zira, iktidarın barışçıl yöntemlerle el değiştirmesi ve adaletin tesis edilmesi, yöneticilerin zulme meyletmesine ve dolayısıyla halkların ayaklanmasına mahal bırakmaz.
Yıkılışın Sebeplerini Doğru Teşhis Edebilmek
Görevimiz Müslümanların birliğini sağlamak ve İslam şeriatini uygulayacak yönetimi geri getirmek olmalıdır, eskilerin yanlışlarını günümüze taşımak değil!
İslam devletlerinin ve toplumlarının tarihlerini okuduğumuzda ve yıkılışlarının sebeplerini incelediğimizde, temel sebebin adaletin sağlanamaması ve sultanların insanların hakları üzerinde çok büyük yetkiler kullanması olduğunu görürüz. Yöneticiler halkın mallarını gasp etmişler, kimseye danışma gereği duymadan iç ve dış savaşlar çıkarmışlar, insanların maddi ve manevi birikimini heba etmişler, ümmeti paramparça eden diğer uygulamalarını fütursuzca gerçekleştirmişlerdir. Bu zulümler dayanılmaz bir hal alınca yine güç kullanarak düşürülen zalim sultanın yerine geçen de adalet ve şûrâ ile toplumu yönetme yerine öncekilerin yöntemini benimsemiştir.
İslam toplumunu oluşturan tüm halklar ve gruplar/partiler, bildikleri ve güvendikleri bir anayasa ortada olmadığı sürece bu tarihî hataları tekrar etmekten öteye gidemeyecektir. Böylece, adı halife bile olsa kendi elimizle mutlak iktidar sahibi yaptığımız yeni diktatörler çıkarmaktan başka bir neticeye ulaşamayacağız. Nitekim, Abbasiler gelince Emevilerin, Fatımiler gelince Abbasilerin, Osmanlılar gelince Memluklerin kökünü kazımak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Abbasi ve Osmanlı halifeleri çoÄŸu zaman yönetim iÅŸini vezirlerine hattâ bazen hanımlarına bırakıyorlardı. Saltanatı eline geçirmek ya da elinde tutmak için öz babalarını, öz oÄŸullarını, öz kardeÅŸlerini öldürüyorlardı. Mesela, Me’mun da kardeÅŸi Emin’i öldürtmüştü.
Eskilerin Hatalarını Kutsamamak
Batı’da demokrasinin geliÅŸmesinden sonra Ä°slam dünyasından Avrupa’ya gidip durumu müşahede eden Rifâ’a et-Tahtavî, Cemaleddin Afgânî, ReÅŸid Rıza ve Muhammed Abduh gibi mütefekkir ve âlimler, demokrasi ya da şûrâ sistemine çaÄŸrı yapmışlardır.
Müslümanların zaafa düşmesi ve otoriter yapının sürdürülme ısrarı üzerine Osmanlı devletinin Hıristiyan halkları ayaklandı. Batı’nın desteklediÄŸi bu demokrasi talepleri neticesinde Balkanlardaki Hıristiyan halklar Osmanlı’dan ayrıldı. Gayrımüslimlerin ve Müslümanların haklarını teminat altına almak maksadıyla 1876 yılında kabul edilen Kânûn-ı Esâsî ve seçimle iÅŸ başına gelen ve bir yıl geçmeden feshedilen Meclis-i Mebûsân dağılmayı engelleyemedi. Zira, bu yeni demokratik süreci Batı’nın Osmanlı Devleti’ni nüfuzu altına almak için giriÅŸtiÄŸi bir entrika olarak deÄŸerlendiren Sultan II. Abdülhamid, Meclis’i dağıttı. Müslüman halkların kopmasını engellemek için “Ä°ttihad-ı Ä°slam” söylemini geliÅŸtirmiÅŸ olsa da Sultan II. Abdülhamid çöküşü durduramadı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra devlet yıkıldı, hilafet de 1924 yılında laÄŸvedildi.
Osmanlı Devleti çöktükten sonra iki ayrı kulvarda hilafeti geri getirme çabaları ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi, Sünni anlayışa dayanan ve tarihteki yanlış örnekleri tekrar eden, halifeye mutlak otorite tanıyan, iktidarın güç kullanarak elde edildiği ve babadan oğula intikal ettiği hilafet modeli. Suudi Arabistan, Taliban ve Daiş örnekleri bu tür hilafet talebinin örnekleri olarak verilebilir.
Halifeye mutlak otorite tanıyan bu anlayışa göre devletin meÅŸruiyet kaynağı, Kur’an ve Sünnettir. Anayasa vazetmek ve ümmetin görüşüne baÅŸvurmak bu yaklaşım sahiplerine göre Batı’nın bidatine uymak demek olup haramdır, Ä°slam’a aykırıdır.
Ä°kinci grup, Osmanlı Devleti’nin yıkılışının sebeplerini incelemeye davet ederek, devletin yıkılmasına yol açan; diktatörlük, baskı, zulüm, adaleti ikame edememek, ÅŸeriat ahkâmını tatbik edememek, şûrâ/demokrasi çerçevesinde ümmetin birlik ve beraberliÄŸini saÄŸlayamamak gibi problemleri tespit etmiÅŸlerdir.
Şûrâya dayalı demokratik bir anayasal sistem kurabilmek
Demokrasi Ä°slam’la çeliÅŸmemektedir. Zira, yöneten-yöneten iliÅŸkisi, Ä°slam’ın insanın aklına ve toplumun örfüne bıraktığı manevra alanına ait bir konudur. Kur’an’a ve sünnete baktığımızda yönetim tarzına iliÅŸkin bir model ve öneri göremeyiz.
Demokrasi Batı’da belli gerekçelerle ortaya çıkmış olsa da; eÅŸitlik ve adaleti temin etmesi, kuvvetler ayrılığını getirerek yasama, yürütme ve yargı erklerini ayırmış olması, dördüncü bir erk olarak ortaya çıkardığı medya aracılığıyla bu üç erk arasındaki iliÅŸkileri denetlemesi, böylece zulüm ve yolsuzluÄŸa mahal bırakmaması, erkler arasındaki anlaÅŸmazlıkları Anayasa mahkemesi marifetiyle çözüme kavuÅŸturması insanlık adına önemli bir geliÅŸmedir.
Batı demokrasisi kilisenin ağır baskısını kırmak maksadıyla ortaya çıktığından dolayı temel olarak laikliÄŸe dayanmaktadır. Ä°ki türlü laiklik vardır. Birincisi, hayatın tüm alanını kapsayan, kuÅŸatıcı laikliktir ki, bu küfürdür, çünkü sadece insanı meÅŸruiyet kaynağı olarak alır, din ve inançlara itibar etmez. Ä°kincisi ise, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin, temel erklerin ayırımını ifade eden cüz’i laikliktir. Prof.Dr. Abdulvehhab el-Mesîrî, “Parçacı Laiklik ve Kapsamlı Laiklik” isimli eserinde bu meseleyi gayet açık ÅŸekilde anlatmıştır.
KuÅŸatıcı laiklik, alternatif bir din olarak sunulan ve Ä°slam’a bütünüyle aykırı bir sistemdir. Kilise; siyaset, ibadet, kültür gibi hayatın tüm alanlarını tahakkümü altına almıştı. Papazı araya koymadan tevbe etmek, Allah’tan af dilemek bile kabul edilmez kilise sisteminde. Kiliseye gidip izin ve onay almadan iki insan evlenemez. Ä°slam’da bunlar yoktur. Ä°steyen dilediÄŸi zaman Allah’a dua da eder, tevbe de… Camide tayin edilmiÅŸ bir imam da yoktu ilk dönemlerde, o vakit namazına gelen cemaat arasında en layık olan birisi imamlığı deruhte ederdi.
Ä°slam dini ne imamet ne de hilafet sistemini vazetmiÅŸtir. Ä°slam, ahlakı, temel ilkeleri vazeder, aklımızı kullanmamızı ister, yönetim tarzını bize bırakır. Allah Rasulü kendisinden sonra uygulanmak üzere bir yönetim modeli önermemiÅŸtir. Bölgelerin ÅŸartlarına, zamanın ÅŸartlarına, toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak yönetim modellerini insanlar kendileri belirleyebilirler. Sivil, medeni bir yönetim tarzının belirlenmesinde, siyaset, kültür, ibadet gibi hayatın çeÅŸitli alanlarında özgür bir muamele sistemi oluÅŸturulmasında cüz’i laiklik kullanılabilecek bir modeldir.
Burada temel görev; Müslümanların birliğini sağlamak, vahdeti tesis etmek, İslam şeriatini uygulayacak İslami yönetimi geri getirmek olmalıdır. Yoksa, maziyi çağa taşıyarak, eskilerin baskıcı modellerini güncelleyerek, Suud ya da Daiş benzeri diktatörlükler oluşturarak İslami bir neticeye ulaşamayız. Yapmamız gereken şûrâya dayalı demokratik bir anayasal sistem kurmaktır.
Ä°stibdadın olduÄŸu yerde adalet, zulmün olduÄŸu yerde vahdet olmaz. Zulmün ve kural tanımazlığın olduÄŸu yerde Ä°slam’dan ve ÅŸeriatten söz edilemez!”
Malatya’da gerçekleÅŸen konuÅŸmasına katılan, sorularıyla konuları açan tüm katılımcılara teÅŸekkür eden ve fikirlerin bütün açıklığıyla ortaya konduÄŸu ve özgürce tartışıldığı mevcut demokratik ortamın kadrini bilmenin önemine dikkat çeken muhterem Ahmed el-Kâtib’e, Ä°slam dünyasının temel sorunlarını anlamaya ve kalıcı çözümler önermeye yönelik samimi, uzun soluklu ve cesur çabalarından dolayı ben de kendilerine gönülden şükranlarımı sunuyorum. Rabbim saÄŸlık ve afiyet ihsan eylesin, çabalarını selam yurdunun inÅŸasında amel-i salih olarak kabul buyursun.
Ahmed el-Kâtib’in Türkçeye Çevrilen Eserleri:
- Çağdaş İslam Siyaset Sisteminde ANAYASAL MEŞRUİYET -Suudi Arabistan Krallığı ve İran İslam Cumhuriyeti Karşılaştırmalı İncelemesi-, Mana Yayınları, İstanbul 2013, 288 s.
- Nedenleri Tarihte Kalmış SÜNNİLİK ŞİİLİK -İslam Birliği-, Mana Yayınları, İstanbul 2015, 280 s.
- Sünnî Siyasal Düşüncenin Gelişimi DEMOKRATİK HİLAFETE DOĞRU, Mana Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2016, 496 s.
- ŞİADA SİYASAL DÜŞÜNCENİN GELİŞİMİ -Şûrâdan Velâyet-i Fakîhe-, Otto Yayınları, Ankara 2016, 584 s.
Henüz yorum yapılmamış.